Kendimi bildim bileli bir şeyler yazarım. Anı yazarım, günlük yazarım, şiir yazarım.. Kendimi başka nasıl ifade ederim bilmiyorum. Müziğe yeteneğim yok.. Bir müzik aleti çalamam ben. Onun yerine kelimelerimi fısıldıyorum ötmeye yeltenen kuşlara.. Ya da bale pabuçlarım yok adımlarımı gösterecek ama kelimelerim var yüreğimi gösterir onlar benim..
Hoş geldiniz.
Sürç-i Lisan edersek, affola..

Bu Dünya'dan Nazım Geçti de.. Siz Orhan Selim'i Tanır mısınız?





Bu dünyadan Nazım geçti de.. Bir bu dünyaya nazı geçemedi. O Otobiyografim'de şöyle anlatıyor kendini;



1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üçyaşımda Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim


kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin
hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık gırevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de

otuz altımda yarım yılda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Pırağ'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun başında 924'te
961'de ziyaret ettiğim anıtkabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde gençbir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın
içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falıma baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam da şart değil
başbakan filan olacağım yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın

sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim

ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.



Klasik herkesin anlattığı gibi anlatmayacağım NAZIM'ı ben bu gün. Nazım'ı tanıyoruz hepimiz. Bu şiir Nazım Hikmet RAN adıyla yayınlanmıştır sonraki yıllarda. Ama Nazım için şiiri aslında Orhan Selim yazmıştır. Peki kimdir bu Orhan Selim?
Diyor ya otobiyografisinde yazılarım otuz kırk dilde basılır Türkiye'mde Türkçemle yasak.. İşte Nazım Hikmet'in bu yasağa karşı direnişidir Orhan Selim. Yazıları kendi memleketinde kendi diliyle yasak olduğu zamanlar hemşehirlilerine gönderdiği ulaktır. Üstelik "İt Ürür Kervan Yürür" isminde bir kitabı vardır Nam-ı Diğer Orhan Selim'in. İçinde Nazım'ın sözlerini barındıran.


Çok kez düşündüm olmak istemiş miydi acaba bir "Orhan Selim"? Aşklarının, kadınlarının tamamını Nazım olarak mı sevmişti. Yoksa Orhan Selim'in bir parçası var mıydı? Orhan Selim Nazım ile aynı şeyleri mi severdi. Ne yer ne içerdi. Nereye gider ya da gidemezdi. 1961 yılında Berlin'de kederden gebermekte olsa da insanca yaşadım diyebilen Nazım Hikmet miydi Orhan Selim mi?


Çok büyük sevdi.. Yoksa nasıl dökülürdü kaleminden Piraye'ye bu sözler;


Bir tanem!
Son mektubunda: "Başım sızlıyor yüreğim sersem!" diyorsun.
"Seni asarlarsa seni kaybedersem;" diyorsun; "yaşayamam!"


Yaşarsın karıcığım,
kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgârda;
yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
en fazla bir yıl sürer yirminci asırlarda ölüm acısı.


Ölüm bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm.
Fakat emin ol ki sevgili;
zavallı bir çingenenin kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
geçirecekse eğer ipi boğazıma,
mavi gözlerimde korkuyu görmek için boşuna bakacaklar Nâzım'a!


Ben, alaca karanlığında son sabahımın dostlarımı ve seni göreceğim,
ve yalnız yarı kalmış bir şarkının acısını toprağa götüreceğim...


Karım benim!
İyi yürekli, altın renkli, gözleri baldan tatlı arım benim;
ne diye yazdım sana istendiğini idamımın,
daha dava ilk adımında ve bir şalgam gibi koparmıyorlar kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer bana fanila bir don al,
tuttu bacağımın siyatik ağrısı,
Ve unutma ki daima iyi şeyler düşünmeli
bir mahpusun karısı.



O 3 Haziran 1963 sabahı saat 06:30'da gazetesini almak üzere 2. kattaki dairesinden apartman kapısına gazetesini almak için yürüyene kadar kimse görme mavi gözlerinde korkuyu Nazım'ın. Yaşamayı bildi, yaşama her zaman biraz daha şaşırdı, inandı, pes etmedi üstad.



Bu gün aramızdan ayrılışının 49. yılı.. Ve ben onu ölümünün 49. yılında bir Pazar günü onun şiirleriyle anıyorum.


bugün pazar.
bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar geniş olduğuna şaşarak
kımıldamadan durdum.
sonra saygıyla toprağa oturdum,
dayadım sırtımı duvara.
bu anda ne düşmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
toprak, güneş ve ben...
bahtiyarım...


NAZIM HİKMET RAN




Bu dünyadan NAZIM geçti..

Kadının Bedeni, Kimin Kararı?

Siyaseti her koşulda bir kenara bırakıp sadece bir kadın olarak konuşuyorum.. Günlerdir dinliyorum tüm haberleri sustum..Ama az önce NTVde bir programda konuşan Doç Dr. Zeynep Karahan USLU () nun söylediklerinden sonra dayanamadım.Sayın USLU "Bir ülkede doğum kontrol yöntemleri azalıyor, kürtaj yüzdesi artıyor. O yüzden yasaklanmalı" cümlesini vicdanı olan bilinçli bir kadın nasıl söyler?


Erkeklerin  (gerek siyasetçilerin, gerek sanatçıların, gerekse ünlülerin ) bu konuda söylediklerine aldırış etmedim. Siyasi açıdan baksak bile ve iktidar partisini umursadım bu konuda ne muhalifeti. Ama bir kadının  söyledikleri kanımı dondurdu. Erkekler hissedemezler, bilemezler, sadece izlerler. Eşlerinin , annelerinin hamileliklerini izlediler belki. Belki kendi öz kızlarının doğumlarına o bebeğin ilk aylarına şahit oldular.


 Ama kadınlar öyle değil. O bebeğin ana rahmine düşüşünden sonraki 9 ay 10 günde bitmiyor o olay. Bir kız çocuğu olarak konuşuyorum. Annem var, ablam var benden 9 yaş büyük.. Kuzenlerimin çoğu kızdı. Hep kadınların içinde büyüdüm sayılır ailede. Siz bilir misiniz bir bebek taşımanın bir kadın ve onun çevresindeki bütün kadınlar için ne kadar önemli ne kadar özel olduğunu? Her kadın birbirini kıskanır denir sürekli siz hiç gördünüz mü hamile bir kadının ne kıskandığını ne kıskanıldığını..


"Kürtaj" bir karardır. Bir kadın için dünyanın en zor kararlarından biri. Sanıyor musunuz ki Sayın Uslu'nun söylediği gibi kürtaj bir doğum kontrol yöntemi haline gelmiş olsun. Hiç duymadınız mı taşıdığı bebeğe kıyamadığı için kürtaj için gittiği kapıdan dönen kadın.


 Türkiye'de bu günlerde bu konuşulanlar ne manevi açıdan, ne maddi açıdan ne hukuki açıdan yeri olmayan söylemlerdir. Kürtaj yaptıran her kadına potansiyel katil gözüyle bakmamalı hiç bir ülkede 1 kişi bile. Kürtaj yaptıran kadının öldürdüğü tek şey o kararı verebilmek için katlettiği duygularıdır. Siz o anneden daha mı çok düşünüyorsunuz onun içinde büyüyen çocuğu. Nasıl bir yasal düzenleme getirebilirsiniz ailelerin vicdanlarına? İstenmeyen çocuklar mı gelsin dünyaya zor maddi şartlar altında büyüyecek, ailelerini hiç sevemeyecek ve belki aileleri tarafından sevilemeyecek. Bugün yasaklanacak olan bu kürtajın 6 yıl sonraki yansıması çocuğuna okul gereçleri alamadığı için intihar eden baba sayısındaki artış olacaktır. Ya da evlilik öncesi kürtaj yaptıramadıkları için, çocuk için evlenen çiftler yüzünden boşanmalar artacaktır. Üstelik o zorla dünyaya getirttiğiniz çocuğun ailesi dağılacaktır. 


Nasıl bir ülkeyiz ki Uluslararası Yasaların Kanun hükmünde olduğunu kabul ederken, kürtajın yasaklanmasını tartışarak insanların yaşama ve kendi yaşamlarına dair karar vermelerini koruyan bütün uluslararası yasaların etrafından dolaşacak adımlar atmaya çalışıyoruz. 


Merak etmeyin arkadaşlar, kürtajı yasaklayamazlar. Yasaklarsak çünkü o uluslararası yasaların etrafından dolaşamayız. Yasaklamaz gibi yapacağız. 10 haftadan muhtemelen 5 haftaya düşüreceğiz. Ve kadın 5 hafta içinde hamile olup olmadığından emin olmazsa kürtaj ona yasak olacak. Kendi hatası olacak çocuğun başına gelecek her şey.  Biz yine yasalarımız ve düzenlemelerimiz ile sıyrılacağız işin içinden. Yine milyonlarca anneyi yalnız ve terkedilmiş bırakacağız. 


Keşke böyle olacağına yasaklasak kürtajı da tüm yükü bırakmasak o elleri bebek kokan annelerin üzerine.